21 Mart Dünya Down Sendromlular Günü
DATA[
21 Mart Dünya Down Sendromlular Günü
Dolunay Derneği Başkan Yardımcısı ve Engelliler Birim Başkanı Faruk Ocak’ın, “21 Mart Dünya Down Sendromlular Günü” mesajı:
Birleşmiş Milletler, 10 Kasım 2011 tarihli kararıyla 21 Mart’ı “Dünya Down Sendromu Günü” olarak tanıdı. “21/3” Down sendromlu insanlarda 21. kromozomun 3 tane olmasını simgeliyor. Down sendromlu bireylerin sosyal hayatta tüm insanlarla beraber, izole edilmeden yaşamalarının büyük önem taşıdığını ancak birçok ülkede Down sendromlu bireylerin hala ayrımcılık ve ön yargı ile karşı karşıya kalmaktadır, Down sendromlu bebeklerde erken ve sürekli eğitimin büyük önem taşımaktadır.
Down sendromlu bebeklerde, doğumdan sonra 2 ay içinde eğitime başlamak gerekiyor. Bu imkan sağlandıkça Down sendromlu kişiler de toplumda başarılı oluyor. Hemen hepsi okula gidebiliyor, sosyal yaşama katılıyor, çoğu yarı bağımsız yaşamlar kurabiliyor. Eskiden okuyamaz bile denilen bu bireyler artık lise, hatta üniversite bitirebiliyor, ikinci bir dil öğrenebiliyor, çalışabiliyor. Son 40 yıldır dünyada uygulanan çeşitli eğitim ve terapilerle hem öğrenme hem de bağımsız yaşam seviyelerindeki müthiş artış da bunu gösteriyor. Oysa ki her şeyden habersiz zor bir dünyaya merhaba derken kendilerine yüklenen yepyeni bir kimlikle karşı karşıyadır down sendromlu çocuklar.
Kendilerini heyecanla bekleyen anne ve babalarının yüreklerinde açılan derin izler; ilk şaşkınlık ve kabul edememe duygularının ardından yerini öylesine derin bir sevgi ve sahiplenmeye bırakır ki, işte o andan itibaren hayat mücadelesindeki ilk adımlar atılmış olur. Daha doğdukları anda kendilerine yüklenen, telaffuzu bile kimileri için zor olan “down sendromu” kimliğini üstlenmişlerdi bir kere. İtiraz etmeye hakları yoktu ki. Kimse onlara bir şey sormamıştı. İleride karşılaşacakları zorlukları, iç dünyalarında kopacak fırtınaları, ailelerine verdikleri sızıları, kendilerinin her zaman farklı olacağını bilmiyorlardı bile.
Ama yürekleri öyle temiz, öyle genişti ki zorluklar onları yıldırmayacak, önce ailelerine sonra da yaşadıkları topluma kendilerini kabul ettireceklerdi yavaş yavaş. Kimi zaman davranışları kardeşlerinden, oyun arkadaşlarından farklı olacak, büyüme evreleri ve öğrenme süreçleri hep emek isteyecekti kuşkusuz. Ama onlar azimliydiler. Gözlerinde öyle bir ışıltı, dudaklarında öyle tatlı bir tebessüm vardı ki, tüm engelleri aşacaklardı bir bir. Ah... Bir de o çok sevdikleri yakınları kendilerine biraz izin verse, verebilse ne olurdu sanki. O zaman hem özgürlüklerini yaşayacaklardı doya doya, hem de daha neler yapabileceklerini göstereceklerdi çevrelerindeki sevenlere. Çünkü sevgi dolu yüreklerinin ve eşine zor rastlanan inatçı azimlerinin elinden hiç bir şey kurtulamazdı kolay kolay. Bunları kendileri çok iyi biliyorlardı ama ya aileleri.
Kuşkusuz, aileleri onları çok seviyordu. Korumaları, bazı şeylere engel olmaları ve bir anlamda özgürlüklerini kısıtlamaları da hep bu sebeptendi. Ama onlar kendilerini farklı hissetmiyorlardı ki diğerlerinden. Anlayamıyorlardı kendilerine yöneltilen meraklı bakışları, sorulan soruları, oyunlara dâhil edilmemeyi, hep ayrı, hep özelde tutulmayı.
Neden neydi ki?
Tamam, belki biraz farklılıkları vardı çoğunluktan, ama bu onların tamamen yalnız bırakılmalarını gerektirecek bir neden değildi ki. İşte kardeşi toplamış arkadaşlarını güzel güzel oyunlar oynuyordu karşıda. Ama kendisi sadece seyretmek zorundaydı çoğu kez. Oyunlara dâhil edilmemek, yalnız bırakılmak ona öyle koyuyordu ki. Bazen kimselerin, hatta annesinin bile kendisini anlayamadığını düşünüyordu sessiz dünyasında. Oysaki rüyalarında en güzel oyunları o oynuyordu, hiç yalnızlık hissetmeden özgürce. Ailesini, arkadaşlarını, evini, yatağını, oyuncaklarını, her şeyi ama her şeyi o kadar çok seviyordu ki. Sevgisizliği anlayamıyordu bir türlü.
Aslında anlayamadığı, kavrayamadığı o kadar çok şey vardı ki etrafında. İşte bu yüzden zaman zaman içine kapanıyor, kendi iç dünyasında duyguları ile çarpışıyor; zaman zaman da agresif olabiliyordu etrafına karşı. Ama sevdiklerini, özellikle annesini incitmeyi aklından bile geçirmiyordu.
İçlerinden bazıları çok şanslıydı, kendilerini anlayan, seven, mücadelesinde hep yanında olan ve güzel ortamlar yaratmaya çalışan birer aileye sahiptiler. Ama ya diğerleri? Sanki suç sadece kendilerindeymişçesine aileden tamamen ayrı tutulan, eğitimsizlik ve bilgisizlik nedeni ile dışlanan, terk edilen ve kaderlerine bırakılanlar... Onlar o kadar çok ki aslında.
Hepsi bizim çocuklarımız, hepsi bizim birer parçamız. Onları sahiplenmemiz, eğitim yollarını göstermemiz, yürekten sevmemiz için mutlaka kendimizde ya da aile çevresindeki bir yakınımızda olmasını beklemek niye o halde?
Onlar için, yaşadıkları minicik dünyalarındaki melek kalplerini görmek için, sevmek için daha ne duruyoruz? Ulaşın bir şekilde onlara, sevin yürekten, içten sımsıcak duygularla.
Çünkü onlar yüklendikleri bu zor savaşta bizim ilgimize, sevgimize ihtiyaç duyuyorlar. Melek kalplerine sevgi damlacıkları kondurabilirseniz bir gün bir yerde; belki o zaman sizin de gözlerinize o melek gözlerin ışıltısı yerleşir. Bundan güzel sevgi alışverişi olabilir mi dünyada?
(BA-BA-S) GAZİ KARS (KHA)